Aşırı annelik
Annenin (bakım verenin) bazen kendi hayatından vazgeçme pahasına, kendisini çocuğu üzerinden var etme çabası olarak tanımlıyorum. Aşırı anneyi, cocuğun hayatında fazlasıyla yer almasından tanıyabiliriz. Yanında olmadığı zaman bile zihinde hep çocuk vardır ya da sürekli çocuktan bahseder. Mükemmel çocuk yetiştirmek için uğraşır bu yüzden çocuğa çok fazla müdahale eder. Sanki annenin kendiliği çocuk ile karışmış gibidir. “Nasılsın? diye sorulduğunda, “iyiyim” yerine (çocuğu kastederek) ……… çok iyi” şeklinde cevap verecek hissi uyandırır. Aşırı anneyi (kaynaşmış versiyonunu) çocuktan bahsederken “biz” demesinden de ayırt etmek mümkündür; “Bugün çok ödevimiz var, okulda öğretmen kızmış bu yüzden çok üzgünüz.”
Aşırı annelik bir ayrışma sorunu mudur?
Erken yaşlarda, bebek/çocuk henüz dürtülerinin kontrolü altındadır. Bebeğin mottosu, haz varsa sürdür, acı varsa kaç denilebilir. Anne ve diğer bakım verenler, çocuğun dürtüselliğini düzenleme işlevini onun adına yerine getirirler. Bu ne demektir? Yeni doğan bir bebek acıkınca acı içinde ağlar, anne, sütü(ve şefkati) ile onun ihtiyacını giderir, bebek acıdan haz durumuna geçer. Fakat, annenin çocuğun her ihtiyacını anında karşılaması mümkün değildir. Süt hemen gelmez zaman zaman gecikir. Bu bebeğin beklemesini yani dürtüsünü(ya da hazzı) erteleyebilme becerisinin gelişmesini sağlar. İhmal edilen bebek için durumu sütün gelmediği, bebeğin tolere edemeyeceği kadar geciktiği ya da düzensiz geldiği (bazen çok süt, bazen az süt gibi) tanımlayabiliriz. Bu bebeklerin bağlanma sorunları yaşayacağı hatta büyüyünce kişilik patolojileri geliştirme ihtimalinin yüksek olduğunu az çok tahmin edebiliriz. Peki tersi durumda ne olur? Anne her an orada ve hazır bulunduğu durumda. Bebeğin ihtiyacını dile getirmesine(ağlamasına) bile fırsat vermeden çok süt veren aşırı annelik durumundan bahsediyorum. Süt vermek burada metaforik anlamı ile de kullanılmaktadır. Çocuğun önüne oyuncakları yığma, özel okullar/ dersler, kurslar, sürekli kıyafet almak, her dediğini yapmak, sınır koymamak yani çocuğu hayatın merkezine almak bir nevi sütü ihtiyacından fazla verme . Aslında iki bakım verme şeklinin de ortak özelliği temelde empati eksikliğidir. Aşırı anne de ihmalkar anne de bebekle/çocukla empati kuramamakta, onun gerçek ihtiyaçlarını ayırt edememektedir. Aşırı annelikte, anne bebekten ayrışamaz yani kendi ihtiyaçlarını, duygularını, dürtülerini çocuğa/bebeğe aitmiş gibi hisseder. Beslenme üzerinden gidersek, anne çocuğun yeterince beslendiğine bir türlü ikna olmaz çünkü doyup doymadığına baktığı çocuk değildir (çocuğun gerçekliğini görmez), odaklandığı kendi kaygısı, kendi çözümlenmemiş içsel meseleleridir. Aslında doyurulmaya çalışılan annenin içindeki çocuktur. Bu ikili ilişki içerisinde bebekte anneden ayrışamaz ve farklılaşamaz. Bebek kendi gerçekliğinden vazgeçer, annenin ihtiyaç duyduğu bebek haline gelir. Anne doymadığını düşünüyorsa, bebeğin kendi içsel referanslarına mesela bedeninin ne dediğine bakması, anneye itiraz etmesi , ayrışması, farklılaşması demektir yani anneye bebek sanki “anne ben sen değilim, ben farklıyım” demektedir. Bazı yetişkinlerin kendi içsel referanslarının olmaması, bedenini, duygularını, kendi ihtiyaçlarını fark edemeyecek kadar kendine yabancılaşmış olması ayrışma-bireyleşme problemlerini düşündürebilir. Eğer kendimin ne dediğini dinlersem, annemden farklılaşırım, bu şekilde hayatta kalmam mümkün değil. Bu yüzden kendi duygularımı bastırmalı, ihtiyaçlarımı inkar etmeli, düşüncelerimi ifade etmemeli hatta bedenimi dahi hissetmemeliyim. (Terapilerin iç görü ile ilerlediğini, tamda “gerçekte içte ne var” sorusuna cevap aradığını hatırlayalım). Yavaş yavaş kendine yabancılaşmanın tohumları ekilmeye başlar (gerçek kendilikten vazgeçiş).
Bebeğin farklılaşma çabaları anne için tehlikeli olduğunda, coşku ile desteklenmediğinde, bebek için de tehlikeli bir hal alır. Keyifle paten süren bir çocuk, annesinin yüzünde çocuğunun bu yetisinden keyif alan bir bakış yerine kaygı görürse, anne, panik ile düşeceğini, zarar göreceğini söylerse çocuk yavaş yavaş kendilik denemelerinden vazgeçer ve annenin istediği uslu çocuk haline gelir. Peki anne neden bebeğin kendisinden ayrışmasından bu kadar kaygı duyar? Bebekten ayrışamayan bir anne için (daha doğrusu annenin ayrışamayan bebeksi parçası için) ayrışmak ölüm gibidir. Ölüm dememden kasıt, bebek tamamıyla Ötekinin fiziksel ve duygusal bakımına muhtaçtır. Bebeği sadece fiziksel bakım eksikliği değil, sevilmemek, kabul görmemek gibi duygusal eksikliklerde öldürür. Belki bebeklerin bu kadar sevimli olması, sevmemenin mümkün olmaması bununla açıklanabilir. Kendi ayrışamayan-bireyleşemeyen anne çocuğa yapışır. Çocuğu ile kaynaşık yaşayan anne gerçekte çocuğunun onsuz yaşabileceğini görmek istemez. Okula yeni başlayan çocuğu için duyduğu kaygı belki de benden ayrı, kendi başına var olabiliyor yani artık beni terk edebilir (ayrışabilir) kaygısının bir ifade şeklidir. Çocuğunu bir müddet bırakması gereken bir annenin, çocuğunun ondan ayrılmak istememesinden gizliden gizliye keyif alması (hangi anne yaşamamıştır ki ) seyreltilmiş örneğidir.
Bebeğin gerçekte onun farklılaşmasına, dürtülerini, duygularını kontrol etmesine yardımcı olacak “yeterince iyi annelik” yerini ayrışması bireyleşmesi problemleri olan bir annenin bunu telafi etmek için çabaladığı aşırı anneliğe bir nevi mükemmel anneliğe bırakır. Anne saçını süpürge eder. Fakat bu tip fedakarlık aslında çocuğun gelişimini engeller. Mesela, Anne çocuğunun ona ihtiyacı olduğuna o kadar inanır ki (çünkü aslında kendisinin ihtiyacı vardır) çocuğun anne olmadan bir şeyler başarmasına müsaade etmez. Dışarıdan çocuğunu destekleyen bir anne gibi görünse de desteklediği yetiler, anne ile ayrışmadan yapabilmesine müsaade edilen yetilerdir. Çocuğun, kendi içinden gelerek yapmaya yeltendiği her şey, anne için aşırı kaygı verici bir hal alır (koruyucu annelik) . Proje çocuklar bir diğer örnektir. Görünürde her türlü yetisi desteklenen, gelişimleri bir plan dahilinde olan bu çocuklar tüm parlak görünümlerine rağmen, yetişkinliklerinde içsel olarak hep bir boşluktan ve anlamsızlıktan söz ederler yani gerçekte ebeveynlerini mutlu etme görevini üstlenmiş, fakat kendileri gerçekte mutsuz gene de ebeveynlerinin onayını kaybetmemek için mutluymuş gibi yapan çocuklardır.
Küçük İmparator Çocuk
Küçük İmparator Çocuk (Kral/Kraliçe Çocuk) ile aşırı ilgi odağı olan, ailenin maddi ve manevi kaynaklarının sınırsızca önüne serildiği, ebeveynlerinin tek “arzu nesnesi” haline gelen çocuğu kastediyorum.
Görüşme odamda karşılıklı iki koltuğum (yetişkin koltuğu) var. Bir aile odaya girdiğinde kimin nereye oturacağı daha ilk saniyelerden aile ile ilgili bir şeyler söyler. Küçük imparator çocuk bazen kendisi, bazen anne ya da babası tarafından yetişkin koltuğuna oturtulur, kendileri de çocuğun olması gereken yerde, sandalyede otururlar. Neden anne/baba otoritesini, haklarını çocuğuna teslim eder. Bu teslimiyet görünürde, özgüvenli bir çocuk yetiştirme arzusunun ya da çocuklarına olan sevginin, düşkünlüğünün bir tezahürüdür. Küçük İmparator çocukların bir kısmı ayrışma-bireyleşme sorunlarının sonucudur. Çocuk anne-babanın narsisistik bir uzantısıdır aslında. Anne baba rolü ise yetişkin bir roldür. Anne baba aslında yetişkin rollerini sandalyeye oturtmakla, koltuğu-iktidarı- narsisistik uzantılarına -yani çocuğa- teslim etmektedir. Tahta geçmenin bedeli ise çocuk için ağır olacaktır. Ebeveyn, ayrışmaktan kaygı duyduğu çocuğun ayaklarının altına adeta cenneti serer. Bunun için kendi otoritesini ve haklarını feda eder. Evde kararlar çocuğa göre alınır daha ileri boyutta kararları çocuk verir. Çocuğun haz odaklı dürtüleri doyurulur, acı, sıkıntı, üzüntü, hayal kırıklığı ya da zorlanma gibi duyguları hissetmemesi için her şey kontrol edilir (bu da çocuğun duyguları düzenleme yetisinin gelişmesini engeller, olumsuz duygular hisseden çocuk kendi kendisini yatıştıramaz, yetişkinliğinde duygularını düzenlemek için bir takım savunmalar geliştirir.) Çocuğun canının sıkılması, öfke, üzüntü gibi olumsuz duygular hissetmesi ebeveyni aşırı kaygılandırır, olumsuz duyguların ortaya çıkmaması için çocukla çatışmaya girilmez, her istediği yerine getirilir ve sürekli çocuğun kendisini iyi hissetmesi için uğraşılır. (Empati duygusunun gelişmesi için çocuğun üzüntü, acı, hayal kırıklığı, engellenme gibi duyguları deneyimlemesi gerekir. Aslında sürekli çocuğu iyi duygularda tutmaya çalışmak empati duygusunun gelişmesine de engeldir ) Bunun için çevrede kontrol edilmeye çalışılır. Sosyal medyada tebessümle izlediğimiz Pelin Su’ların, Can Berke’lerin hikayesidir bu. En son izlediğim parodide Can Atasun Berk, erken uyandığında huysuz olduğu için anneciği okul saatinin daha geçe çekilmesini talep ediyordu. Annenin talebi ne kadar gerçeklik ilkesinden uzak ve aslında narsisistik bir talep değil mi? Ayrışamamış ebeveyn, çocuğunu hayatın gerçekliğinden kopuk yetiştirir. Yani ebeveynin hayatının merkezinde olan ve her türlü dürtüsel, hazsal ihtiyacı karşılanan çocuk, gerçek hayatta da her şeyin onu merkezine almasını bekler. Yetişkin olmakta güçlük çeker çünkü dünyanın onu beslemesi gereken koca bir meme olmadığı gerçeğine hazır değildir. Yetişkin olmak, hayatın gerçeklik ilkesini benimsemek, kendi sorumluluğunu almak demektir. Küçük İmparator Çocuğun ne yazık ki gerçeklikle teması engellenmiş, tüm yollar o daha yürümeye başlamadan temizlenmiştir. Küçük İmparator hayatın gerçekliğinde yüzleştiğinde, gerçek hayatın örselenmelerine dayanamadığı (narsisitik incinme) zaman, yaşama karşı korku geliştirebilir.
Kategoriler