Çocuk İstismarı ve Savaşın Kökenleri kitabında Lloyd deMause, savaşın nedenlerini çocuklukta yaşanan ihmal ve istismara bağlamaktadır. Tarihi, psikotarih denilen bir yöntemle tekrardan incelemekte, çocuk yetiştirme biçimleri ile savaşların paralelliğine dikkat çekmektedir. Kitapta, çocukluk tarihi, çocuklara yönelik ihmal ve istismarın tarihine dair birçok sarsıcı örnek olduğunu belirtmeliyim. Bu yazı, deMause’ın kitabının bir özeti niteliğindedir.
Tarihçilerin ve siyaset bilimcilerin büyük kısmı, savaşmanın rasyonel nedenleri olduğunu öne sürmektedir. Ortada bir çıkar çatışması vardır ve bunun için savaşmak makuldür. Bir kısım Tarihçi ise idea edilenin tersine, savaşa neden olan çıkar çatışmasının kazanan tarafın dahi lehine sonuçlanmadığını belirtmekte, savaşların refahtan çok yıkım getirdiğine vurgu yapmaktadır. Yaygın kanının aksine savaşlar, ekonomik buhran yaşanan dönemlerden çok, refah dönemlerinde ortaya çıkmakta ve savaşı genellikle güçlü olan taraf açmaktadır. deMause, bu durumu Büyüme Paniği kavramı ile açıklamaktadır. İşlerin yolunda gitmeye başladığı dönemlerde ulusların büyüme Paniği yaşadıklarını ve savaş gibi gerileyici, yıkıcı eylemlere başvurduğunu öne sürmektedir. Yazar, büyüme paniğini travma psikolojisi ile ilişkili bir kavram olarak ele almaktadır. Büyüme paniği, Masterson’un terk depresyonu adını verdiği kavrama benzemektedir. Terk depresyonu, kendilik bozukluklarında, bebeğin bakım verenin yetersizliği nedeni ile terk edilmeye karşı hissettiği depresyon, panik, öfke gibi yoğun duygulardır. Terk depresyonunda bebek, bakım verenin onu terk etmemesi için (terk, bebek için ölüm demektir) sevgi ve onayını alacak yönde sahte bir kendilik geliştirir. Yetişkinliğinde ise içselleştirdiği bakım verenin hoşuna gitmeyecek bir eylem yaptığında ki buna kendilik aktivasyonu denir, terk depresyonuna düşer. Kişi terk depresyonuna düşmemek için savunmalar geliştirir. Bu savunmalar kişiyi ruhsal olarak geriletici ve yıkıcı niteliktedir. DeMAUSE, anne şiddetini (terk depresyonun cinai öfkesi ) benzer şekilde açıklar; “Şiddet eğilimli annelerle gerçekleştirilen klinik çalışmalara göre annelerin çocuklarına sadistçe davranışlarda bulunmalarının sebebi, kendi annelerini içselleştirmiş olmaları ve bir çocuğa sahip olmanın “kendini gerçekleştirmede yolunda en yasak eylem ve en az mazur görülebilir suç olduğu yönündeki korkudur. Yeni doğan bebeğini öldüren anneler, bir bebeğe sahip olma cüretini gösterdikleri için kendi anneleri tarafından cezalandırılmaktan korkarlar. Bu yüzden, “kendisini kurtarmak için, çocuğu yok ederek anneliği yadsırlar”. deMause benzer mekanizmayı toplumlarında yaşadıklarını söylemektedir. Uluslar, büyümeye, gelişmeye, demokratikleşmeye başladıklarında büyüme paniğine düşmektedir. Savaşlar ise içselleştirilmiş anneden ayrışmaya karşı bir savunma işlevi görmektedir. Ona göre savaş saldırıdan çok öz yıkım barındıran bir eylemdir.“Savaş, kötü çocukların yaşamlarını katil anneye sunma sürecidir. Kahraman, kendi cani annesinin ona yöneltilen öfkeden kurtaran, böylelikle kurtarıcı olarak onu sevme hayalini kurma hakkına sahip olan kahramana dönüşür.”
DeMAUSE travma psikolojisinin yarattığı içsel parçalanmayı şu şekilde anlatır; “ İstismar edilen çocuk, onları istismar eden kişilerin anılarını ve istismarcı kişiliklerini, beyinlerinin sağ yarım küresinin amigdala ağının ayrışmış kısmına alter adı verilen cezalandırıcı bir kişilik olarak gömerler. Alterin amacı, istismar ve terk edilmeye bağlı dehşet duygularını, bilinçten kopuk bir formda tutmaktır. Böylelikle çocuk, ebeveyni tamamen kaybetme ya da onun tarafından öldürülme korkusunun acısını ya da aşağılanmanın verdiği utancı dışa vurmak zorunda kalmaz. Alter, çocuğun maruz kaldığı istismardan kendisini suçlu tutmasını, sonra kendisini kurban olarak iki ayrı iç altere bölmesini sağlar: Katil anne alterini koruyan “Kahraman Benlik” ve annesinin onu öldürmesinin/terk etmesinin önüne geçmek için cezalandırılması gereken “Kötü Benlik”. Alterler, çocuklukta sağ beyne gömülen ve sonrasında ortaya çıkan şiddetin kaynağı olan saatli bombalardır.” Bu saatli bombalar savaş meydanlarında çocuklukta maruz kalınan acıların, korku ve öfkenin yansıtıldığı düşmanlar (kötü çocuk alteri) olarak ortaya çıkar. İşgal edilen anavatan ise, sevgisini kazanma umudu ile uğruna savaşılacak idealize edilmiş katil anneyi temsil eder. Savaşçı, kendisini feda ederek, kötü anneyi, onu seven iyi bir anneye çevirme umudu taşıyan bir kahraman yani sevilmeyi hak eden iyi çocuktur artık.
deMause, Erkeklerin bilinçdışının idealize edilmiş bir anne fantezisini sürdürmeye daha yatkın olduğunu söylemektedir. Erkeklerin anneleri ile ilgili algıları idealize edilmiş ya da bulanıktır. Ann Caron kız ve erkek çocukları ile yaptığı röportajlarda kız çocuklarının anneleri hakkında duyguları (onları hem severler hem nefret ederler ve eleştirirler) hakkında rahatça konuşurken, erkek çocuklarının anneleri hakkında konuşmaktan kaçındıklarını, onlara anneleri ile ilgili değiştirmek istedikleri bir şey olup olmadığı sorulduğunda çoğunlukla hayır cevabını verdiklerini belirtmektedir.”
Erkek çocukları genellikle annenin fedaisi rolünü oynamaya evin erkeği sıklıkla babanın fiziksel ya da duygusal yokluğunda, bunalıma girmiş, bitkin anneyi neşelendiren sevgili olmaya teşvik edilir. Savaşçıların anavatanı kurtaran bir kahraman olması gerektiği fantezisi için önemli bir temelde budur. Anavatan, depresif, istismarcı, ihmalkar bir anneyi temsil eder ve böyle bir anne tarafından sevilmenin tek koşulu onu kurtarmakdır. Yani kurtarmak için kendini feda etmektir. “
deMause, birçok psikotarihçinin yaptığı araştırmalarla desteklediği, insanlık tarihinin, bebek ve çocuklara yönelik istismarının ve bebek katlinin bilançosunu çıkarmıştır. Kitapta, tarih boyunca çocuk yetiştirme uygulamalarının birçok örneğine değinilmektedir. Mesela; ilk çağlarda kabilelerde yeni doğan bebeklerin öldürüldüğü, kurban edildiği, (bazı kabilelerde yeni doğanın öldürülmesi için annenin daha büyük çocuktan yardım aldığı, bebeğin etinin anne tarafından yendiği ), sıkı bir şekilde kundaklandığı , terk edildiği, fiziksel şiddet gördüğü, anne tarafından cinsel olarak istismar (ensest) edildiğine dair örnekler verir. Antik çağda, özellikle Yunanda, erkek çocuklarına anal tecavüzün yaygın olduğuna hatta teşvik edildiğine ve yeni doğan bebeklerin öldürülmeye devam edildiğine değinir. Ortaçağda, çelişik duygular hakimdir, yeni doğanı öldürme hala yaygındır fakat hoş karşılanmamaktadır. Bebekler kundaklanmaya devam edilir, günlerce kundak içinde kendi dışkısına bulanmış bir şekilde hareketsiz kalır ve temizlenmediği için vücudunda yaralar oluşur, aç bırakılır, çocuklar günahkar görülür ve dövülür, tecavüz yasal değildir.
Rönesans’da çocuk katli yoktur, çocuklar günahkarlıkdan ziyade duygularını kontrol altına almak için dövülür, çocuklar ayrı yatakta yatırılır (önceki dönemlerde çocuklar yetişkinlerle ya da daha büyük çocuklarla aynı yatakta yatırılır ve cinsel ilişkinin bir parçası olurdu).
“19.yüzyıl sonunda Almanya ve Avusturya’da bebeklerini doğar doğmaz öldürme oranı yüzde 20 idi. O dönemde Alman halkı ile yapılan anket çalışmasında büyük bir kısım Alman, babalarından dayak yediğini, babalarını ailedeki mutlak yasa olarak kabul ettiklerini ve babalarını sevmekten çok ondan korktuklarını belirtmektedir.”
“18.ve 20.yüzyıl arasında Paris’te doğan bebeklerin sadece %5’inin anneleri tarafından emzirildiği ortaya konmaktadır.”
Tarih boyunca, bebekler sütanneye gönderilmek sureti ile terk edilir, uzun yıllar boyunca aranıp sorulmaz. Birçok bebek sütanne eli ile öldürülür ya da istismar edilirdi.
Sonuç olarak, yazar geçmişte annelerin bebeklerini sık sık öldürdüğünü, terk ettiğini, istismar ettiğini söylemektedir. Bebek katline tanık olan, ihmal ve istismarla da olsa hayatta kalmayı başaran çocukların benliklerinin travmaya tepki olarak bölündüğünü ve yetişkinlikte ebeveynlerinden gördükleri şiddetti savaşlar yoluyla tekrar sahnelediklerini belirtmektedir. İnsanların çocuk yetiştirme biçimlerinin iyi yönde evrim geçirmesinin, günümüzde geçmişten daha az savaş olmasının ve daha güvenli bir dünya olmasının sebebi olarak belirtmekte ve günümüzde iyileşen çocuk yetiştirme biçimlerinin sürdürülmesinin, daha da iyileştirilmesinin savaşın çözümü olabileceği görüşündedir.