Çiğdem Karakuş
Marshall Sahlins’in “Batı’nın İnsan Doğası Yanılması” kitabında Giovanni Pico della Mirandola ait şöyle bir pasaja denk geldim. Tanrı Adem’ e der ki, “ Diğer bütün mahlukların doğası bizim koyduğumuz yasalar çerçevesinde belirlendi ve sınırlandırıldı. Sen ise aksine bu sınırlamalardan azade kılındın. Sen, senin gözetimine verdiğimiz özgür iradenle kendi doğana mahsus özellikleri bizzat oluşturabilirsin. Seni ne cennete ne dünyaya ait, ne ölümlü ne de ölümsüz bir mahluk olarak yarattık ki kendi varlığının özgür ve onurlu bir şekillendiricisi olarak istediğin gibi kendine şekil verebilesin. Daha aşağı vahşi yaşam biçimlerini alçalmak veya tekrar ilahi yaşam olan daha üst mertebelere yükselmek senin elinde olacak”. Pico’nun bu görüşlerinin yer aldığı eser Rönesans’ın “manifestosu” olarak kabul ediliyormuş. İnsanın doğasına ne salt iyi ne de salt kötü olarak bakmak yerine, içinde taşıdığı potansiyele dikkat çeken ve insanın kendisini inşa edebileceğine dair idealizm taşıyan Pico, Rönasans’ın bireysel aydınlanma ruhunu yansıtıyor gözükmekte. Pico acaba Müslüman düşünürlerden ne kadar etkilendi. Muhtamelen, İbn Sina, İbn Rüşd ve İbn Arabi’nin fikirlerini dolaylı olarak tanıyordu. Hristiyanlık, insan doğasının asli günah (original sin) kavramı ile bozulmuş ve kendi başına iyiye yönelemeyeceğini söylerken – burada bir ara parantez açarak kapitalizmin dini olan Protestanlığın insan doğasını tamamen yozlaşmış gördüğünü vurgulamak isterim-Pico, Kur’an’ın fıtrat kavramına daha yakın durmaktadır. Kur’an İnsanın doğasının iyiliğe eğilimli olduğunu belirtir. İnsan yönelimleri-seçimleri ile meleklerden üstün bir makama ulaşabileceği gibi hayvandan daha aşağı bir seviye düşebilir. Pek çok Müslüman düşünür de insanın kendisini inşa edebileceği görüşündedir. Bu anlamda, insan sorumlu ve özgür bireyler olarak görülür.
Pico’nun iyimserliği ne yazık ki “İnsan, insanın kurdudur.” (Homo homini lupus) düsturuna yenilmiş gözüküyor. Hobbes’un “doğuştan bencil ve tehlikeli” insanı nasıl kutsanabilir. Burada gene Sahlins’in kitabında geçen bir pasaja atıf yapacağım. “ Ahlaki yozlaşma kendi çıkarını gözeten riyakarlıkla birleşmiş ve öyle bir boyuta ulaşmıştır ki kelimeler anlam değiştirerek şimdi kendilerine verilen yeni anlamları yüklenmek durumunda kalmıştır”. Bu, insan doğası kötü ise ve insanın kendini inşa etme imkanı yoksa o zaman anlamları değiştirerek insanı inşa etmek mümkündüre çevrilebilir . Evet insan bencildir fakat durum bu o kadar da kötü bir şey olmamalı, bu serbest piyasa ekonomisinin temelidir neticede. Herkesin, bencilce kendi çıkarını düşündüğü bir piyasada muhakkak denge kurulacaktır. Artık, “başarılı olduktan sonra her yol mubah”, “hak ettiler ve kazandılar”, “yapabiliyorsan güçlüsün, güçlüysen haklısın”, “istediğin her şeye sahip olmayı hak ediyorsun” yeni anlamlar olarak kelimelerin ruhuna sinmeye başlamıştır. Doğal çıkar “bireysel özgürlük” olarak en yüksek ahlaki değer haline gelirken, toplumsal ahlak neredeyse ahlaksızlık mertebesine indirilmiştir.
Kapitalizmin de temellendiği , baskın gelen batı düşücesinde insan, doğuştan kötü ve bencildir. İnsanın kötülüğünü zaptu rapt altına almak, önceleri kilisenin sonraları devletin görevi iken günümüzde “bırakın yapsınlara” evrilmiştir. Birey kendisini çevreleyen kötülük ile baş etmek yerine, kendisine yönelmeli (benmerkezcilik) ve öz tatmini ahlaki bir konum olarak başköşeye oturtmalıdır. İnsan “baştan çıkarılan”dır artık. İyi olması demek, bencilce arzularının serbest piyasa ekonomisi içerisinde en yüksek verimle dengede tutulması ve sürekli tüketmesi demektir. İnsan, tekrar tekrar kelimelere yüklenen çarpık anlamlarla yıkılmalı ve tekrar tekrar kurulmalı ki tüketim sonsuza kadar sürsün.
İnsan doğasının iyiliğe meyilli, ama aynı zamanda nefsine yenilme potansiyeli taşıyan bir varlık olarak görmek, kendini inşa edebileceğine inanmak farklı bir dünya kurmamızı sağlayabilir. Böyle bir dünyada, toplum ve çevre, insanın fıtratının yani iyi olma potansiyelinin açığa çıkmasına imkan verecek şekilde yapılanma imkanına sahip olabilir. Devletin en asli vazifesi, insanın potansiyelini açığa çıkaracak bir düzeni sağlamak olur, eğitimden, mimariye, ekonomiden toplumsal düzene kadar her şey insan doğasının iyi olmaya meylini artırmayı hedeflerdi. Son olarak, biz neye inanıyoruz? sorusunun cevabını, kurduğumuz dünyaya bakarak verebiliriz.
