Kategoriler
Yazılarım

İstemem Oldurur Mu? Büyüsel Düşünceden Gerçekli̇ğe


Bebek, doğumundan sonraki ilk aylarda kendisini anneden ayrı bir varlık olarak deneyimlemez. Yani “ben” ve “öteki” arasındaki sınır henüz çizilmemiştir.
Bunu “ayrışma” kavramıyla açıklayabiliriz. Örneğin, bebek acıktığında açlık onun için dayanılmaz bir rahatsızlıktır. Acıktığında tüm bedeni kasılarak ağladığına çoğumuz şahit olmuşuzdur. Hatta aynı tepkileri veren bir yetişkin görsek, çok ciddi bir sorun yaşadığını düşünürdük. Derken bir “mucize” gerçekleşir: Ağzından boğazına yayılan sütün sıcaklığıyla huzur ve mutluluk gelir.
Bu noktada bebek henüz anneden ayrı bir varlık olduğunu bilmediği için, “Annem geldi ve beni doyurdu” demez. Onun deneyimi daha çok şöyledir: “Ben istedim ve doydum.” Elbette bebek böyle bir iç konuşma yapmaz; bu, onun psikolojik yaşantısının ifadesidir. Bu kendi kendine yetme durumu, tümgüçlü (omnipotent) fantezi olarak adlandırılır. Aynı zamanda büyüsel düşüncenin de kökenidir.
Çocukların masalları ilgiyle dinlemesi de bu nedenle şaşırtıcı değildir. Masallarda üç dilek dilersiniz ve bu gerçekleşir; çocuk için “dilemek yeterlidir.” Ancak gelişimsel süreç sağlıklı bir biçimde ilerlediğinde bu illüzyon kırılır ve gerçekçi düşünce ortaya çıkar: “Ben istiyorum ama öteki karşılıyor. Bazen hemen olmuyor, bazen şartlara bağlı ve bazen de hiç gerçekleşmiyor.” Bebek (ya da artık çocuk) öğrenir ki, düşünmek ve istemek tek başına yeterli değildir. Kendi arzularımızdan bağımsız bir dış dünya ve ötekinin arzusu vardır.
Fakat bu tümgüçlü düşüncenin izleri yetişkinlikte de görülür. Freud, obsesif kişilerin düşünce ile dış dünyayı etkileyebileceğine dair yanılsama içinde olduklarını söyler. Örneğin, çocuğunun başına kötü bir şey geleceğini takıntılı şekilde düşünen bir kişi, bilinçdışında bu düşüncesi nedeniyle böyle bir gerçeği yaratabileceğine inanır. Bu yüzden kaygılanır, tedbirler alır ya da suçluluk hisseder.
Günümüzde ise bu inanç popüler kültürde, kişisel gelişim akımlarında daha “pozitif” bir görünümde yeniden karşımıza çıkar:
• “Başarmak için istemen yeter.”
• “Enerjini yüksek tut, bolluk sana gelir.”
• “Aklından ne geçerse hayatına onu çekersin.”
• “Kötüyü çağırma, olur.”
• “Mutluluk sadece düşünce gücüyle elde edilir.”
“Çekim yasası”, “evrene dilek gönderme”, “manifestation” ve benzeri popüler yaklaşımlar, düşüncenin veya niyetin doğrudan evreni etkilediği iddiasına dayanır. Bazıları hastalıkların tamamen düşünce ve enerjiyle tedavi edilebileceğini bile öne sürer. Bu tür inançların temelinde, çocuklukta yaşanan tümgüçlülük fantezisinin kalıntıları yatar.
Bu söylemleri tehlikeli kılan şey, bilimselmiş gibi pazarlanmalarıdır. Oysa sahte bilim, bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasıyla, yanlış sebep-sonuç ilişkileri kurulmasıyla ve karmaşık süreçlerin tek bir cevaba indirgenmesiyle ortaya çıkar.
Elbette olumlu düşünmek motivasyonu artırabilir, enerjimizi yükseltebilir. Ancak bu her zaman mümkün değildir ve sürekli pozitif düşünmeye çalışmak kişiyi gerçeklikle yüzleşmekten ve sorunlarını çözmekten alıkoyabilir.
Örneğin kanser hastasının iyileşeceğine inanması, olumlu düşünmesi tedavi sürecini destekleyebilir. Ancak düşünce yoluyla kanserin iyileştiğini gösteren bilimsel bir veri yoktur. Benzer şekilde, “kötüyü düşünürsen başına gelir” inancı da evrene gönderilen negatif enerjiyle değil, daha çok kendini gerçekleştiren kehanet olgusu ile açıklanabilir. Yani kişi, farkında olmadan olumsuz düşüncesine uygun davranışlarda bulunarak o sonucu kendisi hazırlayabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir